Hukukçulardan İstanbul Barosu önünde ‘Can Atalay’ eylemi
Adalet İçin Hukukçular’ın çağrısıyla İstanbul Barosu önünde bir araya gelen çok sayıda avukat, Hatay’dan Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili seçilen Gezi tutuklusu Avukat Can Atalay’ın tutukluluğunun devamı yönündeki karara karşı basın açıklaması düzenledi. Açıklamada, “Salıverilme istemini oybirliği ile reddeden kararın arkasında sadece hukuki saikler ve nedenler olmayıp, literatürde ‘düşman ceza hukuku uygulaması’ olarak adlandırılan siyasi amaçlar ve saikler olduğunu değerlendiriyoruz” denildi.
TİP Hatay milletvekili seçilmesine ve mazbatasını almasına rağmen hukuksuz şekilde Silivri Cezaevi’nde tutulan Can Atalay için Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne yapılan tahliye başvurusu reddedilmişti. Ret kararı üzerine Atalay’ın avukatları tarafından yapılan itiraz da Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından reddedildi.
ADALET İÇİN HUKUKÇULAR’DAN BASIN AÇIKLAMASI
Adalet için Hukukçular’ın çağrısıyla bugün İstanbul Barosu önünde bir araya gelen avukatlar, Atalay’ın tutukluluğunun devamı yönündeki hukuksuz kararları protesto etmek amacıyla bir basın açıklaması düzenledi. Açıklamaya, avukatların yanı sıra TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ile Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Turan Aydoğan ve Mahmut Tanal da katıldı.
Basın açıklamasını, Can Atalay’ın arkadaşları ve meslektaşları adına, Adalet için Hukukçular’dan Lale Büyük Efe okudu. “Yargıtay Ceza Dairesi’nin son kararı, Gezi davasına dair yargılama sürecinin dürüstlük, tarafsızlık, tutarlılık ve adalette eşitlik gibi temel ilkelere nasıl aykırı yürütüldüğünün adeta ispatı niteliğindedir” ifadeleriyle başlayan açıklamada şunlar kaydedildi:
“Kamuoyunun da yakından takip ettiği üzere, yasama dokunulmazlığına ve buna dair Anayasa Mahkemesinin kesin ve uyulması zorunlu olan kararlarına rağmen meslektaşımız, arkadaşımız Can Atalay’ın salıverilme talebi Yargıtay 3. Ceza Dairesince oybirliği ile reddedilmiştir.
Bu kararın hukuka ve anayasaya açıkça aykırı olduğuna dair birçok görüş ve değerlendirme yapıldı, yapılıyor. Bu kararın kaldırılarak bu hukuksuzluğun ve anayasaya aykırı durumun giderilmesi için Can Atalay’ın müdafileri karara karşı itiraz yoluna başvurdu.
‘HUKUKİ GÖRÜNÜME BÜRÜNDÜRÜLEREK TÜMÜYLE SİYASİ SAİKLERLE VERİLMİŞ BİR KARAR’
İtiraz mercii olan Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Yargıtay kurumunu toplum nezdinde büyük bir töhmet altında bırakan bu durumu düzeltme fırsatını bugün verdiği ret kararıyla ne yazık ki geri çevirmiştir. Yargıtay’ın her iki ceza dairesinin ısrarla sürdürdüğü bu hukuksuzluğu gidermek, yine Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Böylece, güya hukuki görünüme büründürülerek tümüyle siyasi saiklerle verilmiş bir kararla, Can Atalay’ın 3-5 ay daha hapiste tutulması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu aynı zamanda Yargıtay eliyle topluma verilen hukuk güvenliğiniz yoktur mesajıdır.
Bilindiği gibi ülkemizde yapılan muhtelif seçimlerde, milletvekili seçilmiş olup da seçimlerden önce soruşturulmasına başlanılmış kimi yargılamalar nedeniyle tutuklu olan milletvekilleri hakkında da aynı konuda benzer nitelikte hukuki sorun ve süreçler daha önce de yaşanmıştır. O yargılamalarda tutuklu olan milletvekillerinin işlediği ileri sürülen suçların, ‘anayasanın 14. maddesindeki durumlar’ olarak belirtilen yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında olduğuna ve bu nedenle tutukluluğun devamına dair yerel mahkemeler ile Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlar, tutuklu vekillerce bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine taşınmıştır.
Anayasa Mahkemesi bu başvurular nedeniyle verdiği tüm kararlarda, demokratik bir toplumda yasama dokunulmazlığı ile seçilme hakkının önemine vurgu yaparak hak ihlali kararı vermiş, tutuklu milletvekillerinin salıverilmesi gerektiğini karara bağlamış, tutuklu milletvekilleri de anayasanın açık emri uyarınca uyulması zorunlu bu kararlar neticesinde tahliye edilerek özgürlüğüne kavuşmuş ve yasama görevini fiilen yerine getirme olanağına kavuşmuşlardır.
‘DÜŞMAN CEZA HUKUKU UYGULAMASI’
Bu konuda nihai karar mercii olan Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadı bu denli açık ve ortada iken, Yargıtay’ın, Can Atalay bakımından Anayasa Mahkemesinden hak ihlali kararı verilip geri döneceğini bile bile aynı kısır döngüyü tekrar etmesi, sadece kendi görüşünde ısrarlı olmasıyla izah edilebilir bir durum değildir. Çünkü, Yargıtay’ın kuruluş amaçlarından birisi de ülkedeki hukuk uygulamasında birlik ve bütünlüğü sağlayarak insanların hukuk güvenliğine sahip olmasını temin etmektir. Yargıtay ilgili ceza dairesi, sadece hukuki saiklerle davranıp, kendi görüşünde ısrar etmek istese idi, bireysel başvuru yoluyla özgürlüğüne kavuşacağı bu konudaki yerleşik kararlarla belli olan bir milletvekilini, ‘elimizden geldiğince hapiste tutalım’ anlamına gelen bir karar vermek yerine, telafisi mümkün olmayan bir zarar doğmasın diyerek salıvermekle birlikte, yargılamaya tutuksuz olarak da devam edebilirdi. Bu nedenle, salıverilme istemini oybirliği ile reddeden kararın arkasında sadece hukuki saikler ve nedenler olmayıp, literatürde ‘düşman ceza hukuku uygulaması’ olarak adlandırılan siyasi amaçlar ve saikler olduğunu değerlendiriyoruz.
YARGITAY’IN ‘AHMET ŞIK’ KARARI İŞARET EDİLDİ
Bu ret kararının ardında her ne varsa hukukla ve adaletle ilgili olmadığı çok açık ve nettir. Öyle ki, benzer suçlamalarla aynı hukuki süreci yaşamış olan aynı partinin Milletvekili Ahmet Şık hakkında, Yargıtay’ın, ceza dairelerinden verilen kararların itiraz mercii olan Ceza Genel Kurulu daha birkaç ay önce kararında şunları söylemişti:
‘… şeklinde açıklandığı üzere Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ve içtihadi anlamda yol gösterici niteliği tartışmasızdır. Bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde; Anayasanın 83. maddesinde milletvekili dokunulmazlığının kapsamına istisna getiren ‘seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14. maddesindeki durumlar’ ifadesinin, milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılması için yeterli belirliliğe sahip olmadığına işaret eden Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen içtihadı dikkate alınarak, … talebin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle sanık Ahmet Şık hakkında kurulan hükmün bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.’
Şimdi aradan birkaç ay geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi kararlarının ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bu kararının tam aksi yönde bir karara Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi imza atmıştır. 3. Ceza Dairesi Can Atalay’la ilgili kararında, Anayasa Mahkemesinin yanı sıra Ceza Genel Kurulunun kararında da vurgulanan içtihadın tam aksine bir uygulamaya hâlâ daha devam etmekte, ısrar etmektedir.
‘BARİZ ÇELİŞKİYİ KAMUOYUNUN DİKKATİNE VE DEĞERLENDİRMESİNE SUNUYORUZ’
Halen daha HSK sitesinde yayınlanan ve hâkim ve savcılar bakımından uyulması istenen Türk Yargı Etiği Bildirgesindeki ilkelerden birisi de aynen şöyledir:
‘Hâkimler ve Savcılar dürüst ve tutarlıdırlar. Hukuki güvenlik ilkesi gereği uygulamalarında tutarlılığı gözeterek görevlerini yerine getirirler.’
Hâkim ve savcıların, hukuki güvenlik ilkesi uyarınca uygulamalarında tutarlı olmasının etik bir ilke ve gereklilik olduğu açıklandığı ve yayınlandığına göre, birkaç ay önce Ceza Genel Kurulu üyesi sıfatıyla imza attığı kararda, ‘anayasa mahkemesinin kararlarının bağlayıcılığı ve içtihadi anlamda yol gösterici niteliği tartışmasızdır, bu nedenle milletvekili olan Ahmet Şık’ın anayasanın 14. maddesindeki durumlar ifadesine ilişkin anayasa mahkemesinin içtihadı dikkate alınarak talebinin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle hükmün bozulmasına’ diyen bir Yargıtay üyesinin, birkaç ay sonra bu defa 3. Ceza Dairesi Üyesi sıfatıyla, imza attığı bu görüşün tam aksi yönde ve o karardaki yorum ve değerlendirmeleri açıktan eleştiren, değersizleştiren bir karara imza atmasını bu etik ilke ile nasıl bağdaştırabilirsiniz.
Bir Yargıtay üyesinin, benzer nitelikteki suçlamalarla yargılanan ve aynı partiden milletvekili seçilmiş iki kişiden birinin yargılamasında, ‘kanunun ve anayasanın gereği böyledir’ derken, aradan birkaç ay geçtikten sonra diğerinin yargılamasında ise ‘hayır böyle değildir, şöyledir’ diyerek tam zıt yönde bir karara imza atmasındaki izahı kabil olmayan bariz çelişkiyi kamuoyunun dikkatine ve değerlendirmesine sunuyoruz.
‘AYM’NİN BU HAKSIZLIĞI BİTİRECEK BİR KARAR VERMESİNİ UMUT EDİYORUZ’
Bu etik ihlalin nedenini merak ediyoruz. Konu artık Can Atalay’ın özgürlüğü meselesini çoktan aşmış bulunmaktadır. Konu artık Hatay halkının iradesi, parlamentonun itibarı meselesinin de ötesine geçmiştir. Bunların yanı sıra bu ülkede yaşayan her bireyin hukuk güvenliği, yargının saygınlığı ve otoritesini de doğrudan ilgilendiren boyutlarıyla hepimizin önünde duran bir büyük imtihana dönüşmüştür.
Anayasa Mahkemesinin, daha önce aynı konuda verdiği kararlar doğrultusunda ve gecikmeksizin bu haksızlığı bitirecek bir karar vermesini umut ediyoruz.”
‘TÜRKİYE’DE BUGÜN YAŞANAN ŞEYİN DEMOKRASİ DEĞİL FAŞİZM OLDUĞUNUN GÖSTERGESİ’
Basın açıklamasında, eski İzmir Baro Başkanı Özkan Yücel de konuştu. Sözlerine “Hukuk konuşmayacağım, çünkü üzerinde konuşulacak bir hukuk yok” diyerek başlayan Yücel, şunları kaydetti:
“Siyaseten rehin edilmiş bir milletvekili, hakimler tarafından iktidarın talimatıyla, halkın oylarına rağmen meclise gönderilmeyen bir milletvekili var karşımızda. Bu, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun, Türkiye’de bugün yaşanan şeyin demokrasi değil faşizm olduğunun bir başka göstergesidir. Seçimleri yapıyor olmanız durumu değiştirmez. Seçimlerin sonucunda halkın oylarıyla meclise girmesi gerekenler hala tutsak olarak cezaevlerindeki duruyorsa, bu ülkede demokrasinin varlığından söz edilemez.
‘HALKIN CAN’A SAHİP ÇIKMASI VE ONUN ÖZGÜRLEŞMESİ İÇİN MÜCADELE ETMESİNE İHTİYAÇ VAR’
Çağrım bütün yurttaşlara, çağrım bütün siyasi partilere, çağrım halkın egemenliğine inanan herkese olsun. Mesele Can Atalay meselesi değildir. Mesele halkın iradesinin meclise yansıyıp yansımaması, demokrasinin kendisini bulup bulamaması meselesidir. O yüzden bütün yurttaşlara, hangi partiye oy verdiklerine bakılmaksızın; bütün illere, Hakkari’den Edirne’ye kadar, bütün illerde yaşayan yurttaşlara bir görev düşüyor. ‘Halkın oylarıyla meclise gönderilen bir milletvekilini tutsak bırakamazsınız’ diye ayağa kalkmak, iktidara karşı sözünü söylemek, muhalefetini öne çıkarmak. Bu sessizlik, sonuçta ölümü beraberinde getiriyor sevgili arkadaşlar. O yüzden mesele Can meselesi değil. Mesele isimler üzerinden konuşulacak bir mesele değil. Mesele bu ülkede demokrasi ya da faşizm uygulamasının devam edip etmemesi meselesidir.
Can özgür kalacak mı? Elbette kalacak. Ama bunun için her birimize, bu alanda bulunan, Türkiye’nin neresinde yaşarsa yaşasın bütün insanlarına görev düşüyor. Can’ın bu ülkenin doğasına, toprağına, insanına, geleceğine sahip çıktığı gibi halkın Can’a sahip çıkması ve onun özgürleşmesi için mücadele etmesine ihtiyaç var. Hepinize saygılar sunuyorum.”
Basın açıklamasının ardından, İstanbul Barosu önünde bulunan avukatlar burada bir oturma eylemi düzenledi.