Bir yanda sağır eden yardım çığlıkları, bir yanda ‘ulaşılamayan bina yok’ açıklamaları…
Ersan Kınık
Maraş Pazarcık merkezli 7,7 büyüklüğündeki depremi öğrenir öğrenmez bölgeye ulaşmanın yollarını arayan gazetecilerden sadece biriydim.
Karayolu ile ulaşımı tercih ederek öğlen saatlerinde, depremin yıkıcı etkilerini en derinden yaşayan Hatay’a doğru yola çıktık. Oldukça büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzun farkındaydım ve göreceğimiz “manzarayı” da aşağı yukarı tahmin edebiliyordum ancak İskenderun’a ulaştığımızda karşı karşıya kaldığımız görüntüler, tahayyül edebileceklerimin çok çok üzerinde olduğu gerçeğiyle tanıştırdı beni. Henüz araçtayken görmüş olduğumuz İskenderun Limanı’nda çıkan yangın tamamıyla kontrolden çıkmış ve müdahale eden itfaiye ekibi bile yoktu.
YETKİLİLERİN SÖYLEDİKLERİYLE GÖRDÜKLERİMİZ TAMAMEN ÇELİŞİYORDU
İlk olarak depremle birlikte yerle bir olmuş Eda Apartmanı’nın önüne geldiğimizde saatler 01.45’i geçiyordu. Yani depremin üzerinden neredeyse 24 saat geçmek üzereydi. Enkazın önünde yalnızca tek bir iş makinesiyle enkaz altındaki yakınlarından haber almak için bekleyen insanlar bulunuyordu.
Yakınlarını bekleyen insanlardan aldığımız bilgilere göre enkazdaki çalışmalar depremden yaklaşık 18 saat sonra 23.30 sularında başlamıştı ve gelen son derece kısıtlı sayıdaki ekip ise gönüllülerden oluşuyordu. Yani depremin üzerinden neredeyse koskoca bir gün geçmiş, enkazda çok sayıda kurtarılmayı bekleyen insan vardı ancak bölgede AFAD’ın ya da Kızılay’ın izine dahi rastlanmıyordu. Halbuki Kızılay Başkanı Kerem Kınık katıldığı bir televizyon programında, “şu an ulaşılamayan bina yok” şeklinde bir açıklamada bulunmuştu. Oysa bizim tanık olduğumuz görüntüler bunun tam tersini söylüyordu. Özetle, Kızılay’ın başkanı, on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan afetten sonra ulusal yayına bağlanıp açık açık halka yalan söyleme cüretinde bulundu.
BİR ŞEHİR VE HALK ADETA KENDİ KADERLERİNE TERK EDİLMİŞLERDİ
Eda Apartmanı’nın hemen yanında bulunan başka bir iş makinesi ise tamamen gelişigüzel bir şekilde enkaza müdahale ediyordu. Öğrendiğimize göre insanlar, çaresiz bir şekilde kendi kendilerine iş makinesi ayarlamışlar ve yakınlarına ulaşmak için bir umutla enkazı kaldırmaya çalışıyordu. Arama kurtarma için herhangi bir ekip gelmediği vahametini bir kenara bırakalım, iş makinesiyle enkaza yapılan böylesi yanlış bir müdahalenin, o insanlara yanlış olduğunu anlatacak resmi görevli dahi yoktu.
Bir şehir ve halk adeta kendi kaderlerine terk edilmiş vaziyetteydi.
İskenderun’dan ayrılarak Hatay’ın merkez ilçesi Antakya’ya doğru ilerlemeye başladık. Antakya’ya geldiğimizde ise sağlam tek bir yapının kalmadığını gördük. Şehirdeki binaların çok önemli bir kısmı tamamen yıkılmıştı ve buradaki durum da İskenderun’dan farksız değildi. Enkazların başında aileler dışında hiç kimse bulunmuyordu. Şehirde ne bir ambulans ne bir arama kurtarma ekibi ne de bir polis…
Her enkazın altı, kurtarılmayı bekleyen onlarca insanla dolu olmasına rağmen enkazlara müdahale edilemiyordu. İlk katları yıkılan ancak üst katları nispeten “sağlam” diyebileceğimiz bir dairede sesine ulaşılan bir yurttaş, basit bir itfaiye vinci ile çıkarılabilecek durumda olmasına rağmen, bölgede itfaiye aracına dahi ulaşılamadığı için o gece o binadan çıkarılamadı. Neyse ki ertesi gün bu depremzedenin sağlıklı bir şekilde binadan tahliye edilebildiğini öğrendik.
KORO HALİNDEKİ YARDIM ÇIĞLIKLARI…
Hatay’a ulaştığımız ilk geceye dair tanık olduğumuz en çarpıcı olay ise, Defne’ye doğru yürürken, enkazlardan “koro” hâlinde gelen yardım çığlıklarıydı. Sokaklar, enkaz altındaki insanların yardım çığlıklarıyla yankılanıyor olmasına rağmen müdahale edilemiyordu.
Tüm geceyi Hatay’ın tenha sokaklarını yürüyerek geçirdikten sonra, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte gönüllü arama kurtarma ekipleriyle birlikte Armutlu bölgesine gittik.
Neredeyse tüm cadde harabe haline gelmişti, ara sokaklar ise enkazlardan dolayı kapanmıştı ve girmek oldukça tehlikeliydi. Ayakta kalan çok sayıda bina, ufak bir artçı sarsıntıda yıkılacak kadar ağır hasarlı durumdaydı.
Hatay’a geldiğim geceden itibaren gördüğüm ilk profesyonel arama kurtarma ekibi İstanbul İtfaiyesi’ne bağlı ekipler olmuştu. Sayıca az ve ekipmanları kısıtlı olmasına rağmen ulaşabildikleri her enkaza canhıraş şekilde müdahale ediyorlardı.
İMKANSIZLIKLAR İÇİNDE ARAMA KURTARMA ÇALIŞMALARI
Gönüllü olarak arama kurtarma çalışmalarına katılan insanlar ise basit bir bareti dahi olmadan yıkılma tehlikesi olan binalara giriyor, elleriyle enkaz kaldırarak canlı insanları oradan kurtarmaya çalışıyorlardı. Bu esnada keski, demir makası, çekiç, kriko, balyoz gibi ekipmanların eksikliği de, arama kurtarma çalışmalarını son derece zorlaştırıyordu.
Enkazdan canlı olarak kurtarılan yurttaşları bekleyen bir diğer sorun ise tıbbi müdahale konusundaki olanaksızlıklardı çünkü en azından Armutlu özelinde ifade edebilirim ki bölgede ambulans dahi yoktu. Hatta sedye bile bulunamıyordu. Dolayısıyla insanlar enkazdan çıkarıldıktan sonra güvenli bir bölgeye taşınarak, iç kanama ihtimaline karşı battaniyelerin üzerinde müdahale edilemeden bekletiliyorlardı.
Bunca imkansızlığa karşılık enkaz altındaki çok sayıda insana sağlıklı bir şekilde ulaşılarak kurtarılabiliyorlardı.
Gündüz devam eden arama kurtarma çalışmaları, güneşin batmasıyla birlikte sona erme noktasına geliyordu. Az sayıda ekipler, zifiri karanlığın içinde sadece bir tepe lambasıyla çalışma yürütebiliyordu.
Felakette 48 saati tamamlamaya sayılı saatler kalmıştı ancak ortada hala daha ne bir AFAD çadırı ne de bir AFAD yetkilisini hala görebilmiş değildim.
Defne ilçesindeki Dostluk Parkı’na Türkiye İşçi Partisi tarafından bir afet koordinasyon merkezi kurulmuştu. Çok sayıda afetzedenin geceyi burada geçirdiklerini gördük. Buradaki koordinasyon merkezine yardım tırlarıyla temel gıda maddeleri, kıyafet, battaniye, su gibi ihtiyaçlar gelmeye başlamıştı. Gönüllü olarak bölgeye gelen ekipler, bu ihtiyaç malzemelerini afetten etkilenen yurttaşlara dağıtıyordu.
Daha sonra buradan çıkarak Asi Nehri’nin karşı yakasında kalan Uğur Mumcu Parkı’na doğru ilerledim. Buraya ulaştığımda ise Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin bölgedeki insanların ihtiyaçlarını karşıladığını gördük. Mobil bir aşevi, çok sayıda çadır ve jeneratör ile parka toplanan afetzedelerin ihtiyaçlarını karşılıyorlardı.
EN ÖNEMLİ SORUNLARDAN BİRİ TUVALET
Ancak nereye gidersek gidelim gördüğümüz en önemli sorun tuvalet ihtiyacıydı. İnsanlar tuvalet ihtiyaçlarını zor koşullar altında karşılıyorlardı. Konuştuğumuz insanlar, hasarlı dairelere, kör karanlık noktalara gittiklerini ve “rezillik” yaşadıklarını ifade ediyorlardı.
8 Şubat sabahı soluğu tekrardan Türkiye İşçi Partisi’nin afet koordinasyon merkezinde aldım. Merkeze gelen yardım tırlarının ardı arkası kesilmiyordu. HAYTAP da burada hayvanlar için bir sağlık merkezi kurmuş ve enkazdan çıkarılan yaralı hayvanların tedavileriyle ilgileniyorlardı.
Koordinasyon merkezinden Samandağ’a gitmek üzere olan bir araç bulunca ben de atlayarak Defne’den Samandağ’a yola çıktım. Yolda askeri personellerin yardım tırlarını yurttaşlara ulaştırdıklarını gördük. İnsanlar kolilere ulaşmak için tırın etrafını sarmışlardı. Köylere gitme fırsatımız olmadı ancak oradaki durumların çok daha kötü halde olduğunu Samandağ’da konuştuğumuz yurttaşlardan öğrendik. Hala çok sayıda köye temiz su ve erzak yardımı gönderilememişti. Tekrardan belirtmek istiyorum Hatay’daki üçüncü günümüzü geride bırakmak üzereydik ancak hala AFAD yetkilisi görememiştim. Bu sıralarda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, basın açıklaması düzenleyerek gözlerimizle şahit olduğumuz bu somut gerçekleri dile getirenleri iftira atmakla itham ediyor ve daha da ileriye giderek “haysiyetsiz, namussuz, şerefsiz” gibi haddini aşan ifadeler kullanıyordu. Acaba Sayın Erdoğan afetin ilk günü bölgeye gelip enkazları dolaştı, bizim göremediklerimizi bizzat kendisi gördü de biz mi bunları gözümüzden kaçırdık?
Bu esnada arama kurtarma çalışmalarındaki en kritik saatler geride kalıyor ve enkaz başındaki umutlu bekleyişlerin yerini çaresizlik ve keder sarıyordu.
Samandağ’da depremden sonra da faaliyetlerine devam eden özel bir hastane olan Deniz Hastanesi’ne düştü yolum. Oradaki durumları gözlemek için içeriye girdim. Depremde yaralanan yurttaşlara müdahale ediliyordu. Hastanenin bir hemşiresinin de yaralı hâlde çalıştığını gördüm. Öğrendim ki o da ilk gün enkazda kalmış ve enkazdan çıkarıldığı gibi hastaneye gelerek depremzedelere sağlık hizmeti vermeye başlamış.
İLK AFAD GÖREVLİSİNE 4’NCÜ AKŞAM RASTLADIK
Samandağ’dan döndüğümde tekrar Armutlu’ya gittim. Bölgedeki birçok enkazda iş makineleri çalışmaya başlamış ve arama kurtarma faaliyetleri devam ediyordu. Enkazlardan çok sayıda cansız bedenler de çıkarılmaya başlamıştı. Havayı soluduğumuzda ciğerlerimize ağır bir ceset kokusu doluyordu artık. Ancak geçen onca saate karşılık “mucizeler” yaşanmaya devam ediyor ve çok sayıda depremzedeye sağ olarak ulaşılıyordu.
9 Şubat akşamı enkaz çalışmalarını izlemek üzere Defne’deki Harbiye Caddesi’ne gittim. 4’ncü akşamın sonunda ilk kez bu kadar sistemli ve profesyonel bir çalışma yapıldığını gördüm. Güçlü jeneratörler ve ışıklandırmalarla bina enkazına iş makineleriyle müdahale ediliyordu. Enkazın üzerinde de çalışmayı koordine eden bir AFAD görevlisi bulunuyordu. Evet, bir AFAD görevlisine ilk olarak 4’ncü akşamın sonunda rastlayabilmiştim.
Bu esnada günleri geride bırakmaya devam ediyorduk ancak şehirdeki tuvalet sorunu hâlâ çözülebilmiş değildi. Şehre mobil tuvaletler ulaşmamıştı ve parklardaki mevcut tuvaletler de kullanılamayacak ölçüde berbat hâle gelmişti. Bir diğer problem ise telefon operatörleriydi. İlk günden itibaren telefonla birisine ulaşmak, internete girmek çok ciddi bir sıkıntıydı ve bu sıkıntı kademe kademe azalsa da Cuma gününe kadar net bir şekilde devam etti.
TİP’TEN OLAĞANÜSTÜ ÖZVERİ
Gece olduğunda konaklamak üzere tekrar TİP’in afet koordinasyon merkezine gitmiştim. Buradaki çalışmalar da olanca hızıyla ilk günden itibaren devam ediyordu. Gönüllü sayısı yüzlere ulaşmış ve herkes büyük bir özveriyle çalışmalarını sürdürüyordu ve günde çeşitli sivil toplum kuruluşlarından gelen 10’a yakın yardım tırı, TİP’in afet koordinasyon merkezine gelerek buradan depremzedelere dağıtılıyordu. Ayrıca koordinasyon merkezine 2’nci gün kurulan revir büyümüş ve yaralılara burada anında müdahale ediliyordu. Büyük ve güçlü jeneratörlerin de getirilmesiyle birlikte elektrik ihtiyacı önemli ölçüde burada karşılanabiliyordu. Çok sayıda basın mensubu da burada konaklayarak çalışmalarını sürdürüyordu. Bu bağlamda TİP’e özel olarak teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Parantez açmak gerekir ki TİP’li milletvekilleri Barış Atay ve Ahmet Şık da ilk günden itibaren bölgeye gelmiş ve buradaki koordinasyon merkezindeki çalışmalara ve enkaz çalışmalarına bizzat katılmışlardı.
Ayrıca CHP’li milletvekilleri Ali Şeker ve Mehmet Güzelmansur da ilk günden itibaren gördüğüm siyasetçiler arasında yer alıyorlardı.
Eklemek gerekir ki Toplumsal Özgürlük Partisi, Türkiye Komünist Partisi ve Halkevleri de ilk günden itibaren afetzedeler için sıcak çorba, çay, erzak, ilaç yardımlarıyla önemli işlere imza attılar.
ŞEHİRDE YAĞMA GERGİNLİĞİ
Günler geçtikçe şehirdeki gerginlik de sosyal medyadaki hedef göstermeler ve provokasyonlar eşliğinde artmaya devam ediyordu. 11 Şubat Cumartesi günü başka bir meslektaşımla şehrin görece sakin yerlerini dolaşmaya başladık. Yağma ihtimallerine karşılık sokaklarda sivil polis araçları ile askerler devriye atıyorlardı ve birden fazla kez durdurularak bizim de kimlik tespitlerimiz yapıldı. Bölge halkıyla konuştuğumuzda da hırsızlık olaylarının arttığını ve evlerin yağmalanmaya başladığı tarafımıza ifade edildi. Aynı günün akşamı ağır hasarlı büyük bir apartmanın önünde toplanan kalabalık da bu gerginlik durumunun en somut örneklerinden biriydi diyebiliriz. Gece saatlerinde apartmana girdiği iddia edilen bir yağmacıya karşı, onlarca öfkeli insan fenerlerle binayı aydınlatarak içeriye girdiği söylenen kişiyi yakalamak için çaba gösteriyordu.
Şehirdeki ilaç sorununun da yavaş yavaş ortadan kalktığını, Antakya Parkı’na Türk Eczacıları Birliği tarafından kurulan sahra eczanesinde konuştuğumuz görevliler ile öğrendik. Hatay Eczacı Odası Başkanı Sedat Aközcan ve Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti üyesi Cenk Kes ile yaptığımız görüşmelerde, yurttaşların burada kurulan sahra eczanesinden her türlü ilacı temin edebildiklerini ve ulaşım imkanı olmayan köy gibi bölgelere de mobil ekiplerin giderek ilaç ihtiyaçlarını karşıladıkları söylendi.
KIZILAY’A AİT İLK ÇADIRLARI AFETTEN 5 GÜN SONRA GÖRDÜK
Ayrıca Kızılay’a ait çadırlara da ilk kez 11 Şubat günü Antakya Parkı’nda rastladığımıza da ayrıca dikkat çekmekte fayda olduğunu düşünüyorum.
Şehirdeki tuvalet sorunu ise hala çözülebilmiş değildi. Mobil tuvaletlerin gelmeye başladığını gördük ancak henüz hiçbirinin kanalizasyon kurulumları tamamlanmış değildi ve bu tuvaletler de daha şimdiden kullanılamaz hâle gelmişti. Her geçen gün bir kriz haline dönen tuvalet sorunu, salgın hastalık riskini giderek artırıyordu.
Bölge halkı da artık imkân bulduğu ölçüde yanına aldıkları eşyalarıyla civar şehirlere gidiyor, gitme imkânı olmayacak kadar maddi durumu kötü olanlar ve hâlâ daha enkaz altındaki yakınlarının çıkarılmasını bekleyenler ise şehirdeki bekleyişlerini sürdürüyordu. Haftanın ilk günü şehre girişlerdeki yoğun trafik durumu tam tersine dönmüş ve trafik artık şehrin çıkış güzergahını sarmış vaziyetteydi.
Pazar günü şehirden ayrıldığımda geride bıraktığım yere dönüp baktığımda ise gördüklerim, devlet kurumlarının en hafif tabirle sınıfta kaldığı ve halkın kendi yaralarını kendilerinin sardığı gerçeğiydi…